Son bir çocuk çığlığı mıydı kulaklarda çınlayan, eski bir senfoni miydi uzaklarda aranan? Vakitlerden bir temmuz akşamı balkon sefası, yine ay ve güneş birbirleriyle düelloda, kazanan yok bir o batıyor bir o. Elinde tuttuğu bir buğulu bardak, anlaşılan dışarısı hala içerdekinden sıcak. Anasonun bu mayhoş cezb edici kokusu duyulara karışan, bir zihin kayıp, ay güneş savaşta. Meze tabakları bir bir paslı, geçmişin bırakıtları hali hazırda beklemekte masada, yerleşmiş bir şekilde. Ekmek kırıntıları ve bir bilek hareketini bekleyen kuşlar. Karsıda bir çocuk annesinden biraz para istemekte, annesince sağlıksız bir şekerleme yemek için. Sonuç: Kadın kızar, çocuk ağlar; kadın kovalar çocuk kaçar. Kadın yakalar, çocuk yaşar nasıl yakalandım şaşkınlığıyla öylece bakar. Bir dudak sol kenarından bükülüverir, iç kısmı uyuşuksa da içiverir. Bir kaç parça buz tanesi eriyiverir, bir su birikintisi kırıntılar ıslak kuşların hayalleri kırıntılı ve ıslak. Meyve tabağında son kalan kavun dilimi, diğer kardeşleri nereye gitti? Karşıda atılan havayi fişekler ani ve şiddetli, görüntü itibarı ile lezzetli. Bozması ne önemli geceyi, gece değil mi ki gizemli. Her dolup boşalan bardak, göz kapaklarının üzerinde mi depolanıyor da ondan mı bu göz kapaklarının ağırlığı. O halde yatma zamanı. Ya masa? Kuşlar nasılsa ayakta hala.
"Ya masa? Kuşlar nasılsa ayakta hala." güzel bağlamışsın ;)
YanıtlaSil