23 Temmuz 2011 Cumartesi

Yaşam

      Yazmak lazım duvarlara, kâğıtlara, kalplere, sevdanın yedi rengine. Buluta, ağaca, yeni doğmuş fidana, kuşun kanadına; dört bir yana yazmak lazım, ezberi bozmak lazım. Hayata rağmen hayata içmek lazım ölümsüzmüşçesine. Unutmak lazım kana karıştıkça zehir, nedenleri, edenleri. Bir sokağa taşınmak lazım kimsenin olmadığı, yalnızların yaşadığı. Terk-i diyar ederken bile kopmamak lazım diyardan, koparsa kalbin bam teli karınca bile taşıyamaz kendini, atlasa bile yük olur dünya. Sevmek lazım delice, tutkuyla. Kapatmak lazım gözleri kör karanlığa. Her şeye rağmen durmak lazım akıntıların karşısında. Karşı koymak lazım her çekim gücüne, toprağın çekim gücüne. Gülmek lazım her şeye, ölüme bile; hadi gülümse yen onu, yenile onun hatırasını. Yaşa, sev, nefret et; yeter ki hisset durma devam et, hayal et.

3 Temmuz 2011 Pazar

Huzur Uykusu

    Yine gece olmuştu ve yine yalnızlığı baş göstermeye başlamıştı etrafını saran o hınzır uğultulardan oluşan sis bulutu artık dağılmaya yüz tutmuştu. Eline aldığı biralarıyla balkona çıktı. Hafiften esen rüzgâr suratını yalıyor saçlarını okşuyordu. Sandalyesini kurdu ucuzluktan aldığı bu sandalyeyi sırf yeri geldiği zaman balkonda açıp kendince huzur ararken kullanmak için almıştı. Hatırlıyordu bunu alırken aynı anda bu sandalyelerle ilgilenen adam tam bizim piknikler için deyip nasılda almıştı birkaç tane sandalyeyi. Bu sandalyeye her oturuşunda hatırlardı o adamı ve hiç gidemeyeceği keyfini süremeyeceği piknikleri. Yalnızlık böyle bir şeydi işte onu 6 yıl sonra bulmuş ve bir daha hiç bırakmamıştı ne diyordu kimliği meçhul bir şahıs, “Yalnızlık benim esas sevgilim elinde sonunda ona dönerim”. İlk birasını açtı ve hızla yudumlamaya başladı. İçerken düşünmesine gerek kalmıyordu. Yudumladığı her bira onun için düşünmediği bir andı. Düşünmemek gerekliydi düşünen yaratan hangi insanın sonu iyi bitmişti ki… O da düşünmemeliydi içti içti sonunda sağ eline alıp bitmiş tenekeyi sıktı kıvrılan teneke elini kesmişti, aman ne önemi vardı ki bu keskin hayattan yediği yaraların yanında bu küçük kesiğin. Elini üstüne sildi yayılmış kana baktı. Tenekenin terlemiş yüzüne elini sürüp tekrar elini üstüne sildi. İşte oradaydı her şeyin kaynağı olan kesik; ne kadar ince ne kadar masum bir görünüşü vardı. Sanki demin içinden hayat boşaltmamış gibi duruyordu. Öylece fıstığına daldırdı elini, tuz yarayı dağlarcasına yakmıştı ama o tuttuğu iki fıstığı ağzına attı ve yine yudumlamaya başladı birasını. Düşünmemek için içti, içtikçe düşüncesizleşti tekrar düşüncesizleştikçe içti sırf ucuz olsun diye bira içiyordu tadını sevmiyordu aslında hele dibindeki o acı tat, midesini her kaldırışından sonra düzelmesi için en az iki üç dakikası acı ve bezginlikle geçerdi yani düşüncesizce... Kaç tane içmişti yine sayamamıştı fıstığında dibi görünmüştü artık son yapması gerekeni yapmaya verdi deliksiz bir uyku için cebinden çıkardığı bebek aspirinini ufaladıktan sonra iyice küçülen delikten içeri doğru boşalttı ve hiç tedirginlik hissetmeden içti. Son yudumlarını çenesinden aşağıya doğru akan birayı battaniyesine sildi ve sandalyesine iyice yerleşti pislik içindeki battaniyesine sarıldı, korunma psikolojisiyle örtünüyordu zaten battaniyeyi. Hafiften gözleri kapanıyordu eli yanına düştü düşerken de bitmiş biraya çarpıp boş tenekenin beton zemine düşürerek gecenin sessizliğini yırtan gürültüyü çıkarmasını sağladı. Onun için bu sesin bir önemi yoktu nasılsa, o hiç bir şey duymuyordu altı duyu organın hiç biri çalışmıyordu en güzeli de düşünemiyordu. Gözlerini tamamen kapattı her yer karanlıktı. Onu içine çeken bir karanlık ve derin uykusu başlamıştı saatlerce sürecek olan uykusuna kavuşmuştu artık. Güzel bir şeydi güneşin yarın yeniden doğacağını unutmak, düşünememek.