11 Haziran 2016 Cumartesi





Bknz: Yazar Düşüklüğü


                Yazının düşüklüğü, yazının başlığından ve dosya adından da gayet kendini belli ediyor sanırım. Sanmıyorum aslında biliyorum. Epeydir yazamadım, kağıt başına oturmadım, düşünmedim, kurmadım, yollarda kelimelere rastlamadım veyahut onları görmedim görmezden geldim. Sonuç itibari ile geldim umarım daha önceki gelişlerime benzemez zira ben en çok gitmeyi sevdim, en çok giderek büyüdüm.
                Gene bir duş öncesi geldi kelimeler yutağıma, zorlamadım kendimi yazmaya niyetlenmiştim bir kere. Duşumu aldım sakince, hiç acele etmedim. Islanırken hiç düşünmedim bile ne yazmam gerektiğini, ne yazabileceğimi. Düşünmeye gerek dahi görmemiş olmalıyım ki düşünmek aklıma bile gelmedi. Bilinçaltımda ise biliyordum ne kadar dolduğumu, ne kadar yazmak istediğimi. Belki de bu istek verdi bana bu rahatlığı inanın bilmiyorum. Kendime olan güvenim bir kez daha kısa pantolonu ile ortalıkta dolanıyor şu anda nereden mi biliyorum? Çünkü yazdıklarımın duştan önce aklıma gelenlerle alakası yok. Onlar, düşündüklerim yani bu (yazıyı) sahneyi en iyi gören iki koltuğa yerleşip izliyorlar. En az sizin kadar yabancılar yazıya. Beynimin içinde sahneye çıkmak için yalvarıyorlar. Sanırım onlara bu izni vereceğim.
                Hatırlarım. Nadir de olsa yazdığım yazıları hatırlarım ya da en azından neyden bahsettiğini bilirim. Bir yazım vardı gene böyle kısır olduğum zamanlardan çıkmak için kâğıdı kirlettiğim. İyi bir yazı yazmak için neler gereklidir tarzında fikirleri bolca üzerine boca etmiştim. Nietzsche görse bu sefer kesin ağlardı. “ Sen kimsin ulaan!” diye bağırabilirdi bile hatta şöyle devam ederdi, ” Sen kimsin ulan, sen kimsin de iyi bir yazı yazmanın sırrını millete açıkladığını zannediyorsun? Sen buna yetkin misin? Gerisi bla bla”. Haklıydı da. Ama Nietzsche’nin bilmediği şey ise beni okuyan bir milletin olmayışıydı. Ya da ben millet okusun diye yazmıyordum. Daha doğrusu epeydir yazmıyordum. Neyse bırakalım Nietzsche ağlasın. Biz devam edelim. Sanki biz varmışız gibi dilini kullanıyorken buldum yine kendimi, eminim daha önce de başıma gelmişti bu durum, neyse.
                Birkaç anlamsız ama anlamlı gibi görünen derin sözler; karışık, anlamsız cümleler ve dört kilo kelime ile güzel bir yazı yazılabilir. Sonuna da hayret uyandıracak anlamsız bir bağlama çekilirse ya da farkındalık uyandıracak anlamlı veya anlamsız bir soru konuldu mu alkışlar sizin? Bizden size hızlı bir dönüş, burada gülüyorum. Bunlar da yetmez ise size altın değerinde tavsiyem var yazının içeriğine iki yüz ellişer gram küfür koyun, fazlası zorlama yapar hoş olmaz. Tüm bunları da yerine getirdiyseniz evet, işte yazınız hazır. Tavsiyem arkadaşlar arasında okutun onu, edebiyat öğretmeniniz veya işi bilen birine göstermeyiniz. Ve en önemli tavsiyem, bu kısımda yürekten yazıyorum: Ona sahip çıkın, iyi veya kötü o artık sizin çocuğunuz. Siz ona ne verdiyseniz o, o kadar var.  
                Yazımı burada bitiriyorum. Keşke bu biraz önceki nokta son olsa ne kadar afili olurdu değil mi? Ama içim rahat etmezdi, şayet size duştan önceki düşüncelerimi de saldığımı söylemeseydim.



Resim tabi ki de alıntı :)