24 Aralık 2014 Çarşamba

Vallahi Boşluktan

    Yok, hayır olamaz. Her şey meraktan olamaz hele diğeri hiç olmaz! Bence her şey değil ama çoğu şeyin nedeni boşluk. Çocukken küçücük olan dünyamız büyüyünce doldurulamayacak boşluklar yetiştirir kendisine. Dolamayacak boşluklarını gören de hemen başlar çocukluğum da çocukluğum. Ha tabi tek nedeni elbette sadece boşluk değil. İmamı kayığına binip vakitsiz göçmek de var seçeneklerin arasında.
    Her yaş kendi boşluğunu getirir gibi ve boşluklar masa üstündeki danteller gibi örneklerden değil, tamamen gelişi güzel. Boşluk doldurmaca bizde kalıtsal tabi hemen başlar doldurma telaşı. Birçok hatanın yapıldığı zamanlardır bunlar bahanesi de mis gibi servis tabağında, “ boşluktaydım”. Gelişi güzle doldurulan boşluklar antika bir heykeldeki zaman yaralarına benzer ya da para kaçmasın diye bizzat yapılan tamirlere. Sonuçta hep usta kazanır ve kötüler her zaman siyah giymez.
    İstediğin kişi ol, istersen seyyah ol, istersen stampa hiç fark etmez. Boşluklar dolsaydı ismi boşluk olmazdı ya da her şey zıttı ile dersek doluluk diye bir şey olmazdı. Aslında düşünecek olursak boşluk diye bir şey olmasa bu yazı olmazdı. Her şey kafama takılan iki kelime ile başladı; “ vallahi boşluktan”.
    Buradan Rosebud’a selam ederim; küçüklerimi de Allah ıslah etsin.

30 Ekim 2014 Perşembe

Beklenti





    Bekliyorum.
    Kafam uyuşmuşken, vücudum uyuşmuşken bir anda sonuna kadar kapalı olan perdemin, odamın camının içeri doğru her zamankinden farklı bir şekilde açılmasını bekliyorum. Bir kutuya kısıldım, üstelik kapısı ve penceresi olan bir kutu. Kediden farklıyım anlayamayacağınız.
    Bekliyorum; bir olan camın tuz buz olmasını, bir iken bin olmasını ve daha birçok saçma sapan şeyi...
    Kafamda canlandırıyorum perdeyi, en sert rüzgârların estiği yaz akşamlarından daha fazla havalanıyor. Güzelim, canım perdem, aslında pek de önemi yok da ölürse bade gözlü olur diye söylüyorum, ortasında bir delikle havalanıyor. Ardından en iyi ihtimalle duvarımda bir delik…
    Yeni bir hayatın ya da hayat demek istediğim günlerin başlangıcında oldukça zorlu zamanlarda, zorluklardan zorluk beğenebilecek lükse sahipken yazıyorum bu yazıyı. Aslında yazmadım yalan söylüyorum. O günler geçti ama etkisi bal kaymak!
Yeni bir şehir, yeni bir coğrafya, yeni bir dil ve bir sürü eski yalanla yazıyorum. Damarımda uzun zamandır beklediğim o hoş serinlik varken, kafam iki dünya iken yazıyorum. Her şeye, bana, rağmen yazıyorum. Çok bekledim biliyorum ama merak etmeyin geliyorum.
Pek yakında…

Kendime küçük bir hatırlatma; ben de yazmıyorum zannediyordum meğerse mazotum bitmiş.



Resim alıntıdır.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Densiz Adam

    Merhaba, ben Densiz Adam!
    Acaba siz de daha önce beni terk etmiş olabilir misiniz? Eğer ettiyseniz eminim ki haklısınızdır, zira yüzünüzden akan masumiyet ve erdem kati  suretle yanılmış olamaz. Size, böyle fütursuzca iltifatlar ederken ne kadar da samimiyetsiz göründüğümün farkındayım. Yoksa; niye durduk yerde kendime “ Densiz” ismini alayım?
    Hayatın tüm kaidelerine karşı koymak benim en içten getirdiğim vazifem. Başkasının, bu kişi babam bile olsa, hayatım boyunca beni bağlayacak bir ismi bana vermesine izin veremezdim. Ben de kendime en uygun olan ismi seçtim. Önceden ve kimseden alınmamış bir isim; Densiz.
    İsmimi yaşarım. İsmimin ne kadar ağır olduğu benim için mesele değil, ben onu omzumda taşırım. İsmim Kamil olsa ya da Hülya olsa ne olur ya da Doktor Oktovyan? Alkolü süt şişesinin içinde satsalar ne değişecek? İsmin, etiketin bir önemi yok anlayacağınız. Aslında birçoğunuz anlamayacaksınız, anladığınızı sanıp kendinizi o anlamayanlardan yok sayacaksınız...
    Dediğim gibi, ben; Densiz. Ne önceden ne de kimseden aldım adımı. Bizzat kendim doğurdum kafatasımdan. Aynı anda hem Zeus’um hem Minevra. Dediğim gibi; isim dahil tüm yüklerimiz gereksiz. İp üzerinde kısa süreli bir anısına dalan cambazın ölümünü de gördü bu gözler, köpeklerin çiftleşmesini de.

    Peki, şimdi bu yazı böylesine okunup giderken ben gidersem nedensiz... Merak etmeyin. Sadece söyleyin o bir, Densiz!

8 Şubat 2014 Cumartesi

Bozuk Yayın

    Hayırlı akşamlar sayın dinleyenler, size kendinde hapis olmuş bir adamdan sesleniyorum. Buralarda havalar dengesiz, bir açık bir kapalı çoğu zamansa güneşsiz. Çocukken yatmaktan keyif aldığım bir odada gayet keyifsiz bir şekilde otururken farkındayım ki ellerim tuşlara, zihnimdeki gölgelere hasret kalmış. Ahenkli bir dans başlaması, temennisiyle.
    Şehirler neden var bilemem ama insanlarda bir gurbet izlenimi yaratıyor biliyorum. Hoş gurbet kanımızda var, bize bahane gerek sadece. Bahane deyince aklıma düşense kahve! Tek düşen keşke kahve olsa. Yıllar evvel benimsediğim yazar bir cambaz çıktı isminin hakkını bana fazlasıyla yaşattı; düşeyazar... Bir düşecek zannediyorum bir koşacak bazen ise uçacak zannediyorum. Aslında ben hep kendimi kandırıyorum, bir bakıyorum yerimde sayıyorum etrafıma ahenkli kelimeler fışkırtıyorum. Fış fış...
    Lütfen alıcılarınız ile oynamayın ya da oynayın. Pırıltılı bir şehirde kendini yalnız hisseden, gittikçe küçülen ve kapına sığan bir adamın hikayesinden size ne. Daha doğrusu bize ne! Devir, ticaret devri olmuşken, edebiyatın peşinden gidene Alice demezler de ne derler!  Kovaladığı beyaz tavşanı  bir güzel yerler. Bu harikalar diyarını, bu ışıklı kenti sana yedirmezler.
    Fersahlarca yol aştım belki. Belki de hala yerimde sayıyorumdur; bir iki üç... Bir garip kente geldim dediğim gibi. İçi dışı çok büyük, kendisi sonsuz bir kutup ve ben kutuptaki bedevi. Aşkımı yerinde ziyaret etme zamanım geldiği için geldim  buralara, bu yaban topraklara. Elimde yolumu aydınlatacak iki buçuk kitabım var. Ancak yolum öyle karanlıkmış ki olan kitaplara oldu. Ben gene bitap düştüm aslında düşmedim, düşeyazdım her zaman olduğu gibi.
    Hala merak etmiyorsun değil mi? Peki anlatayım nasılsa okumuyorsun. Roman yazdıktan sonra deneme yazıları yazmak ne kadar zorlaştı anlatamam. Belki de seviye düşürmüştük romanla, belki de ben değiştim.  Belki kelimelerim kaç... hayır kelimeler olamaz onlar zihnimde esir. O zaman ne, ne oluyor... ne olu... ne o... ne oluyor... Kafam karıştı... karıştı kafam... kafam girs..n...

    Lütfen, lütfen alıcılarınız ile oynamayın. Merak etmeyin gene benim, zihninizle oynuyorum. Bir arka bahçem kadar değil ama merak etmeyin idare ediyorum. Şşşt... bırak elleme, toplama böyle güzel. Lütfen alıcılarınız ile oynamayın, şimdi de geri sayıyorum; on dokuz sekiz yedi... 

7 Ocak 2014 Salı

Uçurtma

    Cennet bahçelerinde bir uçurtma gibiydi zihni. Varlık veya yokluk hiçbiri umurunda değildi. Tamam ile sinirsel olan bu rahatlama sadece birkaç damlanın işi olamazdı. Hayır! Alkol bu kadar basite indirgenemezdi, kesin arkasında daha büyük yüce bir şey vardı. Başka türlüsü çok güç, başka türlüsü güç...