13 Mart 2015 Cuma

PENCERESİ CAM CAMA MUALİM



               Yeryüzü, soğuktan korunmak için bembeyaz örtüsünü üzerine çekmiş ısınmaya çalışıyordu. Penceresinden ise bir ömür, bir kış geçiyordu. Sorarsan çok özlüyordu; neyi, kimi bilmiyordu, tıpkı neyi, kimi sevdiğini bilmediği gibi. Sadece özlüyordu.
                Kol ağızlarından çekip uzattığı kazağının içine sakladığı ellerinden biri göbeğinde diğeri pencerenin pervazında duruyordu. Kafasına tokadan başka şeyler de takıyordu. Kıvırcık saçlarını bağlamaya hiçbir tokanın gücü yetmediği gibi düşünceleri de engel tanımıyordu. Kafasında bin dokuz yüz doksan dokuz tilki dolaşıyordu. Bine bir kalan ise bahçesinde dolaşıp onun ellerinden besleniyordu. Kedi, köpek kim gelirse bu ellerden nasipleniyordu. Yeter ki gelsin.
                Aslında dikkatli baksa belki camda kendini görebilirdi. Ama o hiç dikkatli olamamıştı ki! Ne kendini görüyordu ne de önünde uzanan dağları. Aslında sadece bakıyordu, gördüğü söylenemezdi.  Bazen insan sadece bakar, yani bakarmış.
                Altında toplayıp ısıtmayı çalıştığı ayaklarını düşünse ağrısını hissedebilirdi ama o düşünmüyordu. Bazen düşünmemek gerekirdi, fark etmemek.  Çift kat giydiği çorapları bile soğuğu kesemezken düşünmek ne işe yarardı zaten.
                Bir çay olsaydı ne güzel olurdu ama ruhu da tembeldi tıpkı efendisi gibi. Öylece duruyordu pencerenin önünde. Zaten bazen öylece durmak gerekir. Hiçbir şey yapmadan durmak; sanki bir tren, dolmuş, gemi bekler gibi… Sadece durmak.
                Sadece özlüyor, duruyor, bakıyordu ama görmüyor, hissetmiyor, düşünmüyordu. Çünkü bazen sadece…

Bir Köy Öğretmeninin Penceresinden