Bknz: Yazar Düşüklüğü
Yazının düşüklüğü, yazının
başlığından ve dosya adından da gayet kendini belli ediyor sanırım. Sanmıyorum
aslında biliyorum. Epeydir yazamadım, kağıt başına oturmadım, düşünmedim,
kurmadım, yollarda kelimelere rastlamadım veyahut onları görmedim görmezden
geldim. Sonuç itibari ile geldim umarım daha önceki gelişlerime benzemez zira
ben en çok gitmeyi sevdim, en çok giderek büyüdüm.
Gene
bir duş öncesi geldi kelimeler yutağıma, zorlamadım kendimi yazmaya
niyetlenmiştim bir kere. Duşumu aldım sakince, hiç acele etmedim. Islanırken
hiç düşünmedim bile ne yazmam gerektiğini, ne yazabileceğimi. Düşünmeye gerek
dahi görmemiş olmalıyım ki düşünmek aklıma bile gelmedi. Bilinçaltımda ise
biliyordum ne kadar dolduğumu, ne kadar yazmak istediğimi. Belki de bu istek
verdi bana bu rahatlığı inanın bilmiyorum. Kendime olan güvenim bir kez daha
kısa pantolonu ile ortalıkta dolanıyor şu anda nereden mi biliyorum? Çünkü
yazdıklarımın duştan önce aklıma gelenlerle alakası yok. Onlar, düşündüklerim
yani bu (yazıyı) sahneyi en iyi gören iki koltuğa yerleşip izliyorlar. En az
sizin kadar yabancılar yazıya. Beynimin içinde sahneye çıkmak için
yalvarıyorlar. Sanırım onlara bu izni vereceğim.
Hatırlarım.
Nadir de olsa yazdığım yazıları hatırlarım ya da en azından neyden bahsettiğini
bilirim. Bir yazım vardı gene böyle kısır olduğum zamanlardan çıkmak için
kâğıdı kirlettiğim. İyi bir yazı yazmak için neler gereklidir tarzında fikirleri
bolca üzerine boca etmiştim. Nietzsche görse bu sefer kesin ağlardı. “ Sen
kimsin ulaan!” diye bağırabilirdi bile hatta şöyle devam ederdi, ” Sen kimsin
ulan, sen kimsin de iyi bir yazı yazmanın sırrını millete açıkladığını
zannediyorsun? Sen buna yetkin misin? Gerisi bla bla”. Haklıydı da. Ama
Nietzsche’nin bilmediği şey ise beni okuyan bir milletin olmayışıydı. Ya da ben
millet okusun diye yazmıyordum. Daha doğrusu epeydir yazmıyordum. Neyse
bırakalım Nietzsche ağlasın. Biz devam edelim. Sanki biz varmışız gibi dilini
kullanıyorken buldum yine kendimi, eminim daha önce de başıma gelmişti bu
durum, neyse.
Birkaç
anlamsız ama anlamlı gibi görünen derin sözler; karışık, anlamsız cümleler ve
dört kilo kelime ile güzel bir yazı yazılabilir. Sonuna da hayret uyandıracak
anlamsız bir bağlama çekilirse ya da farkındalık uyandıracak anlamlı veya
anlamsız bir soru konuldu mu alkışlar sizin? Bizden size hızlı bir dönüş,
burada gülüyorum. Bunlar da yetmez ise size altın değerinde tavsiyem var
yazının içeriğine iki yüz ellişer gram küfür koyun, fazlası zorlama yapar hoş
olmaz. Tüm bunları da yerine getirdiyseniz evet, işte yazınız hazır. Tavsiyem
arkadaşlar arasında okutun onu, edebiyat öğretmeniniz veya işi bilen birine
göstermeyiniz. Ve en önemli tavsiyem, bu kısımda yürekten yazıyorum: Ona sahip
çıkın, iyi veya kötü o artık sizin çocuğunuz. Siz ona ne verdiyseniz o, o kadar
var.
Yazımı
burada bitiriyorum. Keşke bu biraz önceki nokta son olsa ne kadar afili olurdu
değil mi? Ama içim rahat etmezdi, şayet size duştan önceki düşüncelerimi de
saldığımı söylemeseydim.
Resim tabi ki de alıntı :)
Resim tabi ki de alıntı :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder