Geçen yine evde canım sıkılıyor,
her zamanki günlerden birindeyim anlamayacağınız, dışarı çıkıp yürümeye karar
verdim. İnsanların arasından geçip gidecektim daha önce defalarca kez yaptığım
gibi. Siyah şortumu giydim; yırtık falan ama bu bana engel değil. Bugüne kadar
en çok o şortun içinde rahat ettim. Sonra da rastgele bir tshirt alıp giydim.
Mutfağa su içmek için girdiğim de ablamı kendisine atıştırmalık bir şeyler
hazırlarken buldum. Bana da hazırlamasını rica ettim; kabul etmedi. Kızmadım,
kızmam gerekirdi ama kızmadım. Hemen bir ekmeğin yarısını kopartıp içine peynir
tıkıştırdım ve bastım ketçabı.
Yanıma ne cüzdan aldım ne de
telefon. Bu benim kendime yaptığım yürüyüşlerde biri olacaktı. Kendime yandaş
olarak sadece yarım ekmeğimi alacaktım; başka bir şeye ihtiyacım yoktu çünkü
sanırım.
Parmak arası terliklerimi giydim.
Yeni aldığımı değil ama eskilerini; içinde daha rahat hissediyorum onların.
Zamanla ayağımın biçimsizliğini aldıklarından dolayı daha rahattım onlarla.
Ekmeğimi elimde, kapıyı yüzüme kapatıp yola koyuldum. Apartmandan çıkana kadar
ekmeğimden tek bir ısırık bile almadım. Bazen böyle saçma inatlarım olur benim.
Apartmandan ilk çıktığımda gece olduğunu fark ettim. Geceyi tüm benliğimde
hissettim sadece sol elimde hissetmedim çünkü o elimde ekmek vardı.
Sokağa çıkmak için biraz merdiven
tırmanmam gerekti. Ay ışığını beklerken sokak lambasını gördüm gökyüzünde;
varsın olsun. Birbirinin dibine park
eden arabaların arasından geçip ne kadar zayıf olduğumla övündüm kendi kendime;
elimde ekmeğimle. Artık mahalledeydim, ekmeğimden ilk ısırığı alıp yürümeye
başladım; biraz daha merkeze, biraz daha kendime.
Yollarına aşina olduğum bu semtte
yürümek, özellikle geceleri, beni her zaman iyi hissettirmiştir. Bilenler bilir
kolayına iyi hissetmem çünkü kremalı pastanın kremasından ziyade kekiyle
ilgilenirim çoğu zaman. Ayak seslerim
yankılanırken sokaklarda yürümeye devam ettim elimde yarımdan biraz az
ekmeğimle. Ekmeğimin tadını çıkartmak için yavaş yavaş, haz olarak yemeye karar
vermiştim.
Yolum tenhalardan çıkıp
kalabalığa karışınca insanların garipseyen bakışları ile karşılaştım. Bir bana
bakıyorlardı bir ekmeğime; eminim hepsinin gözü ekmeğimdeydi. Onlara aldırmadan
yürümeye devam ettim. Ne aldıracaktım ki? Hiç!
Ekmeğimin tadına varamıyordum; o
kadar güzeldi ki, anlatamıyorum. Terliğim ile ayağımın arasındaki açıyı hızla
arttırıp kapatıyordum. Çıkan sesle de çok güzel eğleniyordum. Dünya bir kez
daha umurum içinde değildi, hafiften mutlu olduğumu bile söyleyebilirdim ama
beni tanıyanlar bilir asla söylemezdim.
Sonra yolum bir kuaförün önüne
düştü, arsız ayaklarım işgüzar işler peşindeydi anlaşılan. Kapıdaki bekleyen
damada acıdım. O boş boş kuaförün önünde beklerken; ben elimde ekmeğim, en
rahat şortum ve müthiş rahat parmak arası terliklerim ile kuaförün önünden
çekip gidecektim. Benim Damızlığı geçmeme bir iki adım kalmıştı ki içeriden
eski sevgililerimden, şimdinin sevgisizlerinden biri çıktı üzerinde gelinliği
ile. Beni gördü, hemen karalar bağlamış adamın elini tutup arabalarına yöneldi.
Ben de arkalarında kaldım elimde yarısı yenmiş yarım ekmeğimle. Araba hemen
harekete geçti, ben arka cama yapıştırılmış harflerden çocuğun adını baş
harfini bile görememiştim, bakmıştım oysa.
Çok önemsemedim açıkçası onları,
kız çirkindi de huyu da çirkindi. Benim için mundardı, benim ekmeğim çok
güzeldi. Yürümeye devam ettim. Bir sonraki kuaförün önünden normalden hızlı
geçtim. Ne olur ne olmaz, Allah muhafaza.
İnsanlardan sıkılıp bir ara
sokağa daldım. Yol dardı ama çok parlak ve gürültülüydü ama içinden geçmem
gerekiyordu. Gürültüye ve ışıklara aldırmadan yürümeye devam ettim. Eğlence
vardı anlaşılan sokakta, asker eğlencesi olsa gerek diye düşündüm. Olsa iyiydi!
Daha burnumdan aldığım soluğu vermeden başka bir eski sevgilimin şimdinin
sevgisizinin daha nişanlandığını ve parmaklıklar ardını boyladığını gördüm. Ne
de olsa mantıkta yüzük de parmaklıktı.
Şimdi nasıl geçecektim bu
sokaktan? Yarısına kadar geldiğim yolu geri dönemeyecek kadar üşengeçtim. İnsanlar
bana ve ekmeğime garip bakıyordu. Söylemiştim hepsinin, ama hepsinin gözü
ekmeğimdeydi. Yapacak bir şey yoktu, yol önümde duruyordu. Yollu olmak benim
kaderimdi. Yoldan geçip giderken gelinin beni görüp el sallamadığına yemin
edebilirdim.
Bu kadarı fazlaydı. Kendime yola
çıkıp kendimden geçmiştim neredeyse. Bir an önce eve gitmek istiyordum ya da
daha fazla gelin, giden, görmeden. Ara sokaklara daldım yeniden ama bu sefer
tenha ve ışıksız olanlara. Tek gürültü ayak sesimdi. Derken onu da duyamaz oldum,
arkadan gelen araba ışıksızlığımı da aldı. Hatta kenarı kaçayım diye korna bile
çaldı terbiyesiz. Sanki ben arkamda araba olduğunu anlamayacak kadar geriden
zekâlıydım. Kenarı geçip durdum, araba da tam iki metre önümde durdu.
Sinirlenmiştim madem iki metre önümde duracaktı neden korna çalmıştı bu
muallak. Yanaşıp iki laf söyleyip gecenin tatlı bitmesini istedim. Yanaştığımda
arabanın kapıları açıldı, tam şoföre sokuluyordum ki arka kapıdan başka bir
eski sevgili şimdinin sevgisizi gelin indi. Bana baktı, benden daha az şaşırdı.
Şoför bana baktı o da şaşkındı damat ise anlam arayan bir ifadeye sahipti.
“ Mutluluklar demek istemiştim ”
demek istemiştim ama ağzımdan sadece” mutluluklar ” çıktı. Damat teşekkür edip
gitti; gelin teşekkür bile etmedi zaten pek kibar biri sayılmazdı. Bana öfke
dolu bir mesaj atmıştı ayrılıktan sonra.
Onlar da gitti işte. Bir ben
gidemedim, biraz kaldım orada elimde ekmeğimle öylece kaldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder