3 Nisan 2018 Salı

Başlığa Gerek Yok


Odası karanlık, odasının karanlığı kalbinin yanında gün ışığı.
Fazla mala gerek yok; bir yatak bir döşek bir masa ve sandalye yeter. Yetti.  Bardağa falan gerek yok bu içkiyi nasılsa onunla bir paylaşan yok. Bu gece şehrin bütün manzarası onun. Bütün şarkılar, güzeller, dertler her şey onun. Başka kimsesi yok.  Bir masası, bir sandalyesi, bir de şişesi başka bir şeye gerek yeter. Yatağa da döşeğe de lüzum yok.
Kaç sene olmuştu, ne olmuştu? Bugün ya da şu saat dışında bir hatırası var mıydı hafızasında? Düşünse kazısa, çıkar mıydı acaba bir şeyler? Neyse kazımamak en akıllıca hamle olur. Ya bir şey çıkarsa sonuçta. O böyle mutlu, o böyle güzel. Hem zaten şu an şehrin en güzel adamı o. Her şeyi var. Derdi var, tasası var, masası var, içkisi var, sandalyesi var. Yatağa döşeğe gerek… yok.
Gazete ile kapladığı cama gözünü dikti. Hipnoz etkisindeymişçesine baktı, baktı, baktı… Derinlerine baktı, gazetenin çok ötesine. Baktıkça içti, içtikçe baktı. Baktıkça gördü. Güldü, ağladı somurttu, sinirlendi yüzünde türlü türlü mevsimleri ağırladı hiç zoruna gitmedi. Gitmek zaten aslında güzel bir eylemdi. Bazı küçük ayrıntılara saplanır kalırdı; nereden gittin, nereye gittin ve neden gittin. Sana ne be kardeşim! Ne güzel söylemiş düşmüş yazar, “ Gitmek gitmektir işte, anlam katmanın önemi yok.”
Yudum aldı. Yudum yudum boğulmak istedi. Boğazını yaktı, boğazı parçalansın istedi. Midesi acıdı, midesi yansın istedi.  Şişeye baktı hiç bitmesin, ağzına kadar dolsun taşsın istedi. Şişe, durduğu gibi dursun istedi. Başka bir şey istemedi. Hayatta bir şeyler istememek gerektiğini çok iyi tecrübe etmişti.  Yine de dayanamadı istedi. İnsan evladıydı sonuçta başına neler geldiyse hepsi istemenin sonucuydu; yasak elma, yeni topraklar, güzel yemekler, odun, kömür… liste uzar gider.  İstemek; genine, kemiklerine, tırnaklarına kazınmıştı.
Cinayet, gol, cinayet, kürk, cinayet, aldatma…
Gazeteler üstüne geldikçe geldi. O ise içtikçe içti. Çeyrek, yarım, üç çeyrek… Gene istediği olmamıştı. Şişede durduğu gibi durmamıştı.  Duvarları, camları, bu kahır yükü dünyayı aşmak istedi. Duvardan aşamazdı, bu kahır dünyasından kaçamazdı. Geriye kalan tek şeyi camı açmaktı. Kalktı, sendeledi. İyi içmişti, güzel sevmişti.  Cama yanaştı. Gazetelere bir daha baktı.
Cinayet, tecavüz, gol, sosyete, gol, cinayet, tecavüz…
Elini şaplak atar edası ile cama vurdu. Cam sarsıldı kendine geldi. Elleri ağır olsa gerek fazla taşıyamadı, camla olan temasını bozmadan ellerini indiriverdi. Tüm ölümleri, tecavüzleri alaşağı etti, gene de yetmedi.  Gazeteyi yerle yeksan etti. Gazete yere serildi ve gazetenin hemen ardında iki göz beliriverdi. Karşı balkondaki adam atletinin tüm sadeliği ile sigara içiyordu. Kolunu azıcık uzatıp sigarasının külünü atsa küller ağzına girebilirdi. Anlamsız bir bakışmadan sonra küfür edip pencereden kaçındı.
Yatağa attı kendini. İyi ki vardı yatak. Zaten bir yatağı vardı başka bir şeyi de yoktu, başka bir şeye zaten ihtiyacı yoktu.  Gerçi içkisi vardı, daha demin buralardaydı. Şimdi kim kalkıp onu masadan alacak! Sahi, bir tane de masası vardı. Ama iyi ki yatağı vardı. Hem döşeği de vardı. Mis! Şimdi burada şöyle bir kıvrılıp uyusa te yarına kalkardı.



not: Resim alıntıdır. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder